O zaman

Sıramız gelince, bizi çağıracaklar,
Kaçış yok gideceğiz, işte o zaman.
Kimsemiz olmayacak, ayıracaklar,
Bir başına kalacağız, işte o zaman.

Ağlanır arkadan, bakıp ölenlerine,
Sarılıp giderler, beyaz kefenlerine,
Sonra bırakırlar, yerin çukurlarına,
Sanma ki çıkacağız, işte o zaman.

Açarlar defterleri, koyarlar önüne,
Beklede görürsün, mahşer gününe,
Merhamet dilersin, her gördüğüne,
Muhakeme olacağız, işte o zaman.

Kurulmuş düzenler, alt üst olacak,
Sevilen, sevenlerine, uzak kalacak,
Hayat denen ömrün, sonu gelecek,
Ateşlerde yanacağız, işte o zaman.
                          Recep Ali Öztürk

Kart Sesli

1968-72 lı yıllarda Ankara da şehir içi dolmuşları steyşin şavrole arabalardı. Dört kişi arkaya iki kişi öne atıp dolmuşçuluk yapar her tarafa yolcu taşırlardı. Çankaya Yıldız ve Ulus hattında yolcu taşıyan dolmuşun teypi o zamanlar yeni çıkan ‘Özay Gönlüm’ün Aslan çardaktan’ şarkısını çalıyor. Cinnah yokuşunun başında dolmuşa bir yolcu daha biner ve bu ‘çil horoz’ türküsünü duyunca şoföre;
“Bu kart sesli adamın türküsünü niçin çalıyorsun? Başka bir türkü çal da dinleyelim kardeşim” diye sitem eder. Bazı yolcularda bu şahsı destekler. Tabi bu arada Denizlili Özay Gönlüm’ü kart sesli adam ederler.

Dolmuş şoförü kaseti değiştirmez fakat sıkıldığı her halinden belli olur. Öyle renkten renge girerken, Ankara Radyo Evinin önüne gelirler. Tam bu sırada ön koltukta oturan yolculardan biri “Şoför efendi burada biraz duruver de gayrı, bu kart sesli adam arabandan insin” der.

Meğerse şarkının sahibi ve söyleyen Özay Gönlüm, Yıldız’da dolmuşa binmiş, dolmuşçu kendisini tanıyor ve hoşnut etmek için o şarkıyı çalıyormuş.

Tabi tedbirsiz olur olmaz konuşan o yolcular mahçup olmuşlar fakat iş işten geçmiş. Özay Gönlüm de Ankara TRT önünde dolmuştan inip, gitmiş.  

Dağıtın

Avrupa birliği başkan yardımcısı telaşla başkanın odasına girer. Aralarında bu konuşma geçer.
– Efendim Türkiye isteklerimizi yerine getiriyor. Onları Avrupa Birliğine alacak mıyız?
Avrupa Birliği Başkanı;
– Yok canım! Olmaz öyle şey. Türkçe yi yasaklayın. Herkes İngilizce konuşsun.
– Efendim bu uygulama daha önce yapıldı, İngilizce konuşuyorlar.
– O zaman kokoreç yemeği yasaklayalım. Sokaklar hep kokoreç kokuyor diyelim.
– Kokoreçte altı sene önce yasaklandı, artık yemiyorlar.
– Kınayı yasaklayın, ellerine kına yakmasınlar.
– O da yasaklanalı çok oluyor. Kontrol ediyoruz kimse kına yakmıyor.
– Daha ne kaldı? Avrupa Birliğine almamak için neyi şart koşabiliriz?
– Aklıma gelen hiç bir şey yok. Her ne emredersek gözleri kapalı harfiyen yerine getiriyorlar.
– O zaman Avrupa Birliğini DAĞITIN.

Naçizane

Bir insan beğendiği, taktir ettiği, hatta hayatını birlikte geçireceği kişiyi bir anda bulur. O nu sevmek ve arkadaşlık işi, bir veya iki gün içinde olur.

Sonra O nu unutabilmek için bütün bir ömrünün geçmesi gerekir. Yaşarken iyi veya kötü hiç bir şeyin unutulması mümkün olmaz. Hatta kendisine faydası olmadığını bilse bile. Hatta O kişi hayatını kayıp etmiş olsa bile.

Onun için karşılaştıklarınızla iyi diyaloglar kurmağa özen gösteriniz. Karşınızdaki iyi niyetli ise asla ona karşı kötü niyetli olmayınız. Karşınızda ki kişinin kötü niyetli olduğunu anlarsanız önce iyilikle yola getirmeğe çalışınız. İnsan yaşlandıkça unutacağı yerde, geçmiş zamanlarını, yaşadığı eski yerleri ve eski arkadaşlarını daha çok özlüyor ve arıyor. Unutamıyor.

Türk İşi

(Öykünün konusu internetten)
Ülkeler arası kayık yarışları yapılmış. Yarışı Japonlar 500 metre farkla kazanmışlar. Türkiye yarışçıları bitiş yerine yarım saat sonra varmışlar. Yanı en sonuncu dan da sonra. İddialı bir yarışma olduğu ve onurlarına dokunduğu için yarışı ‘İnceleme Komisyonu’ kurmuşlar.

Komisyon incelemiş ve rapor vermiş. Japonların yarış kayıklarında, yarış esnasında on bir kişi olduğunu, on kişinin kürek çektiğini, bir kişinin de dümen tuttuğunu,
Türk takımında ise; yarış esnasında kayıkta sekiz kişi bulunduğunu, bir kişi kürek çektiği, yedi kişinin dümen kullandığını tespit etmişler. Tabii ki çözüm bulunması gerek.

Bu rapora göre hemen önlem almışlar. Adı ‘Yeniden Yapılanma’ . Buna göre Türk Kayık Yarış Takımını yeniden yapılandırmışlar. Buna göre yarış kayığı içerisinde on bir kişi bulunacak ve görevleri şöyle olacak:
1. şahıs: Yarış Kayığı Müdürü,
2. 3. şahıslar; Yarış Kayığı Müdür Yardımcıları,
4. şahıs Dümen Müdürü,
5. 6. şahıslar; Dümen Müdür Yardımcıları,
7. 8. şahıslar; Dümenciler,
9. şahıs; Kürek Müdürü,
10. şahıs; Kürek Müdür Yardımcısı,
11. şahıs; Kürekçi. Yanı yine tek kişi kürek çekecek. Gördünüz değil mi? Ne kadar güzel bir yapılanma. Organizasyon çok güzel, bakalım öbür yarış ve bundan sonra neler olacak?

Ertesi yıl ki kürek yarışmasında yine Japonlar büyük bir farkla birinci olmuşlar. Yarışa katılan diğer ülkeleri boş verin. Biz kendi takımımızı inceleyelim. Sonra ne olmuş. Türk takımı sondan birinci olmuş. Bu zaten belli idi fakat gel yetkilileri inandır. Onlar birincilik bekliyorlarmış.

Peki uzattık gitti en sonunda ne olmuş? Buyurun hep birlikte öğrenelim.
Türk takımı; yarışın kaybedilmesinden sorumlu olan kişiyi, yanı Kürekçiyi iyi kürek çekip kazanamadığı için işten kovmuşlar. Sorunun çözümüne katkılarından dolayı Müdürlere ve diğer sorumlulara birer maaş ikramiye vermişler.

Hikaye sanmayın, buna benzer olaylar gerçekten çok var. 1978 yılında artan terör olaylarını incelemek üzere Türkiye ye gelen İngiliz Araştırma adamlarının raporlarında mevcuttur. Türk Polisini inceleyip yazmışlar. Bizim arşivlerimizde var mı bilmem. 

‘Masa başında çalışan, teröristlerle karşılaşmayan Amir ve Müdür personelin bellerinde iyi sağlam on dörtlü tabancalar ve ellerinde telsizler olduğu halde, sokakta görev yapan polislerin el telsizleri ve sağlam tabancaları olmadığı’ şeklinde raporlarında yazılıdır. 

Aynen doğrudur. Bizzat şahit olduğum olaydır. O rapor yazıldığı zaman polis memurlarının yeni gelen on dörtlü tabancaları alması hiç mümkün değildi. Çünkü amirlerin sayısı tabancalardan fazla idi. Bu kayık yarış meselesine bariz bir örnektir. 

Şimdi bu durum düzel dimi? Ben inanmıyorum. Gidin Türk fabrikalarına, öğle yemeğini işçi müdürün makam odasına götürür. Avrupa ve Japon fabrikalarında müdürleri de personel ile kuyruğa girerler. Çünkü bizim memlekette küçük çocuklarımız büyürken ‘Oku, mevki sahibi ol ki rahat yaşayasın’ derler. Avrupa ve Japonya da çocuklarına ‘Oku, kendini yetiştir, mevki sahibi ol ki, vatanına ve milletine faydan olsun’ derler. Aramızda ki fark bu bence.

Gelmedi İşte

Dursun ile Temel denize yüzmeğe giderler.
Aksilik ya Temel boğulur.
Savcı olayı tespit için Temel in boğulduğu yere gider.
Bakar ki iskelede Dursun ile bir kaç adam duruyorlar.
Savcı Dursun’a sorar;
“Anlat bakalım olay nasıl oldu?”
Dursun da cevap verir;
“Savcı bey düşündüğünüz cibi olay molay yok. Temel ‘bi dalup geleceğum’ dedi. Haburda bekleyiruz, sende göriirsun ki daha gelmedi işte.”der.

Unu Şekeri

Adamın biri çok yalan konuşurmuş. Kendisine hiç kimse inanmaz olmuş.
Yanına herkesin güvendiği yalan konuşmayan birini almış ve ben ne dersem sen destekleyeceksin demiş.
Yalancı başlamış kahvede anlatmağa;
“Bir gün ava gittim. Baktım kayaların üzerinde bir geyik duruyor. Bir mermi attım, geyik kebap oldu, yanına gittim yedim.” demiş.
Dinleyenler hemen itiraz etmişler, ‘olmaz böyle şey’ demişler.
Yanında ki destekçisi “Olmaz demeyin, kurşun taşa denk gelir, kıvılcım çıkarır, ateş yanar ve geyik eti pişebilir” demiş.
Herkes ‘Yaaa’ demişler.
Yanı inanmışlar.
Yalancı bakmış herkes, ne söylerse inanıyor, bu seferde;
“Ava gittim, geyiğe bir mermi attım. Geyik vuruldu. Bir tepsi cevizli baklava oldu. Aldım yedim” demiş.
Dinleyenler “Hayır, bu kadar da olamaz, yalan söylüyorsun” demişler.
Yalancı darlanmış ve yanında ki destekçisinden tekrar yardım istemiş.
Destekçi biraz düşündükten sonra dönmüş yalancı arkadaşına;
“Ben sana at dediysem o kadarda desteksiz at demedim herhalde. Ben şimdi dağın başında unu. şekeri, cevizi ve yağı nerden bulayım da sana baklava yapayım? Be adam” demiş.

Yolcusu miyem

Bir Erzurumlu Erzurum da dadaş otobüsüne biner ve ilk defa İstanbul’a gidecek. Otobüs yolda yarım saat ihtiyaç molası verir.
Erzurumlu hemşerimiz de otobüsten inerek ihtiyaç giderir. Yarım saat sonra otobüsü bıraktığı yere dönünce birde ne görsün.  Geldiği otobüs altı tane olmuş. Yanı aynı benzeyen otobüsler gelip yanına durmuşlar.

Eeeh habire de anons ediyorlar “Es dadaşın 23 numaralı yolcusu otobüsünüz harekete hazırdır.
Lütfen yerinizi alınız.”
Bütün yolcular hazır oturmuşlar bir yolcuyu bekliyorlar. Bizim acemi Erzurumlu koşarak gelir otobüse biner ve yüksek sesle otobüste oturan yolculara sorar;

“Gadanız alam dadaşlar, helem bana bir bağan ki, ben sizin otobüsün yolcusu miyem?” der.

Bu Şehir

Lale Devrine imzasını atan şair Nedim’den bir olay anlatacağım. Amerika da eskiden kovboylar bir silahşörü öldürüp ün yapmak için, o silahşörle düello etmeğe, ülkenin her tarafından gelir sıraya girerlermiş.

Bizim şair Nedim’i alt edip ününü elinden almak için dünya da şairler de sıraya girmişler ve zaman zaman Nedim ile karşılaşmak için İstanbul’a gelmişler. Hepsi de boylarının ölçüsünü alıp geri ülkelerine dönmüşler. Acemistan dan  (İran) bir şair, kasidelerinin ününü duyduğu Nedim ile yarışmak için şimdiki İran dan İstanbul’a gizlice kimseye haber vermeden gelir. Üsküdar dan kayık ile Avrupa yakasına geçecek ve Nedim’i bulup güzel kasideler söyleyerek Nedim’in ününü elinden alacak. Bu durumu önceden haber alan Şair Nedim Anadolu yakasında bir kaç günlüğüne bir kayık kiralar ve Acemistan dan gelecek olan bu şair rakibini beklemeğe başlar. Acem şair bir sabah nihayet gelir. Karşıya geçmek için Nedim’in kullandığı kayığa biner ve kayıkçı bildiği Nedim’e “Ne kadar güzel bir yer, burası neresidir?” diye sorar. İşte o zaman Şair Nedim söyler:
 

“Bu şehri Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır. 
Türkçesi;
Bu İstanbul şehridir ki, paha biçilmez
Bir taşına bütün İran ın varlığı fedadır

İki deniz arasında öyle tek bir incidir
Dünyanın güneşi ile tartılsa değerdir.

Acem şairi kayıkçıya, geri dönmesini ve kendisini aldığı yere bırakmasını söyler. Adamları niçin vaz geçtiğini sorduklarında “Bir saldalcı böyle kaside söylerse, Nedim kim bilir nasıldır? Onun için karşılaşmak istemiyorum. Geri dönüyoruz.” der ve sözde Nedim ile karşılaşmadan geri İran’a giderler. Merak edenler kasidenin tamamını internetten bulup okuyabilirler. Ben bunu lise yıllarımdan hatırlıyorum.

Z su Yoktur

Temel bir gün kavgaya karışmış ve ekipler karakola getirmişler. Komiser ifade aldırırken Temel’e sormuş; “Adın nedir?”
Temel cevap vermiş: “Temel, ‘Z’sı yoktur.” demiş.
Komiser Temel in ismini yazdıktan sonra “Zaten senin isminde ‘Z’ harfı yok ki” demiş.
Temel “Komiserum işte bende onı diirum saa da” demiş.